Bazı yazarlara “Neden yazıyorsun?” diye sorulduğunda, “Başta kendim için yazıyorum.” diyorlar. İlk yazmaya başladığım dönemlerde böyle bir söylemi ne zaman duysam “Hadi oradan sen de!” diyesim geliyordu.

Fakat yazmanın “Başta kendim için…” şeklinde ifade edilen tarafıyla karşılaşmaya başladığımda yavaş yavaş “Evet ya insan başta kendi için yazıyor olmalı belki de” gibi sorgulamalara düşmedim değil. Hala bu konuda netleşmiş bir yargım bulunmasa da yazan kişinin (*ki özellikle dertleri konusunda yazıyorsa) bu işten kendi iyi oluşuna da çok büyük karlar çıkarttığını söyleyebilirim.

Mesela ne zaman eğitimle, çocukla veya yaşamla ilgili meseleleri dertlensem elime bir kalem alıyor, önüme bir defter çekiyor ve ikisini yalnız başına bırakıyorum. Sonrasında ise oturup karşılarına nasıl dertleştiklerini şaşkınlıkla izliyorum.  İlginç bir büyüsü var yazmanın. İçinizi içinize sıkıştırdığınızda, doldurduğunuz kısmı bir nebze de olsa kâğıda dökmek ve içeride nefes alacak yer yaratmak gibi.

Geçenlerde zihnimde bunları döndürüp dururken başarısızlıklar, zorluklar ve sıkıntılar üzerine yazmanın insanın içsel iyi oluş haline ne gibi pozitif etkiler yarattığıyla ilgili bir araştırmayla karşılaştım. Frontiers in Behavioral Neuroscience dergisinde yayınlanan çalışmada, geçmiş bir başarısızlık veya yaşanan olumsuz durumlar üzerine derinlemesine düşünüp yazıldığında, vücudun strese olan tepkisinin olumlu yönde etkilendiği ortaya koyulmuş. 

Bu sonuca ise iki katılımcı grubu üzerinde yapılan ilginç bir deneysel çalışma yoluyla ulaşmışlar.  Deney grubu geçmiş başarısızlıklar ve yaşadıkları olumsuzluklar üzerine yazarken, kontrol grubu ise kendileriyle ilgili olmayan bir konu hakkında yazmışlar. 

Araştırmacılar, her iki gruptaki kişilerin yaşadıkları stresi fizyolojik olarak ölçebilmek için tükürüklerini incelemişler.  Neden tükürük diye sorabilirsiniz, araştırmayla ilk karşılaştığımda ben de aynı sorgulamayı yaptım. Daha sonra birçok canlının stres seviyesini ölçmek için bu uygulamanın yapıldığını öğrendim. Çünkü strese girdiğimizde vücudumuzun salgıladığı *kortizol seviyesi artıyor ve bunun da oranı tükürükten keşfedilebiliyormuş. İlginç…

Daha sonra bu seviyeler, deneyin başında ve sonunda iki grup arasında karşılaştırılmış. İki grubun baştaki stres düzeyleri ortalama olarak benzerken, yazma uygulamalarının sonucunda olumsuz durumlar üzerine yazanların kortizol sevileri kendileri dışında başka konuda yazan kontrol grubuna göre daha düşük çıkmış.Yani geçmiş olumsuzluklar üzerine derinlemesine düşünüp önlerindeki kağıtlarla kalemlerinin dertleşmesine izin verenlerin stres düzeyi düşmeye başlamış. Kendilerini daha huzurlu hissetmişler. 

Araştırmanın diğer bir ilginç bulgusu ise; bu iki gruba yeni stresli bir görev verildiğinde olumsuz deneyimler üzerine yazan grubun diğer gruba göre kortizol seviyesinin daha düşük olduğunun bulgulamması. Yani deney grubundaki insanlar yazdıkça strese olan toleransları da yükseliyor. Gelecekteki yeni stresli durumlara karşı daha hazırlıklı ve dayanıklı oluyorlar. 

Hem deneyimsel hem de teorik olarak yazmanın insana katkıları bu şekilde. O zaman öneri olarak; tam da içinde bulunduğumuz ve daha çok içsel huzura ihtiyacımız olduğu bugünlerde önümüze boş bir beyaz kâğıt alarak, kalemimizle onu dertleşmesi için baş başa bırakabiliriz. 


Barış Sarısoy / @barissrsy