Belki bu videoyu bir yerlerden hatırlarsınız, yaklaşık 3 sene önce sosyal medyada her öğrencisine özgü selamlaşmayla güne başlayan öğretmen bolca dolanmış, bir dönem bayağı bir konuşulmuş, öğretmen Barry White’ın yaptığı uygulama takdir edilmişti.
Hatta ülkemizde videodan ilham alan öğretmenler buna benzer bir sınıfa giriş rutini yaparak, sosyal medyada bunu paylaşmışlardı. Yapılan bu uygulamalar sosyal medyalık mıydı? Yoksa gerçekten rutine dönüşmüşmüydü? Tabii, bunlar ayrı bir tartışma konusu…
Eğitimde yeni çıkan her yöntem, teknik, iyi uygulama gibi bu teknik de bir süre tüketilmiş ve bir kenara bırakılmıştı. Peki, bu yöntemin çocuklara katkısı neydi?
Eğitim bilimlerinin en güzel tarafı kafanıza takılan bunun gibi eğitimsel sorulara gerçekçi, genel-geçer yorumlardan uzak cevaplar oluşturabilmeniz. Yani “Ben sınıfımda uyguladım, hiç de bir işe yaramadı.”, “Ben uyguladım çok şahane oldu.”nun ötesine geçiyor olabilmek…
Bir grup araştırmacı da “Sınıf Kapısında Pozitif Selamlaşma” şeklinde isimlendirilen bu tekniğin öğrencilerin çeşitli alanlardaki gelişimlerine nasıl bir katkı sağladığı, sınıf iklimini nasıl etkilediği sorusunun peşine düşmüşler.
Çalışmada bir grup ortaokul öğretmeni araştırmacılar tarafından rastgele olarak iki gruba ayrılmış.
İlk grup, öğrencilerini kapıda selamlayarak, el sıkışma veya baş sallama gibi sözsüz bir selamlama kullanarak her öğrencinin adını söyleyerek derse başlıyor.
İkinci gruptaki öğretmenler, okulları tarafından verilen sınıf yönetimi eğitimlerine katılıyorlar, fakat derse nasıl başlayacaklarına dair herhangi bir yönlendirme yapılmıyor.
Araştırmacılar, bir eğitim öğretim yılı boyunca çocukların akademik süreçlere aktif katılım düzeylerini ve sınıfta ortaya çıkan sorun davranış oranlarını gözlemleyerek iki grubu karşılaştırıyorlar. Araştırma sonucunda, öğretmenler öğrencileri kapıda karşılayarak derse başladıklarında;
- gruptaki öğretmenlerin de birtakım sınıf yönetim stratejilerini uyguladıklarını düşündüğümüzde ortaya çıkan bu oran azımsanamayacak kadar fazla aslında…
Peki, bu farkı ortaya çıkaran neydi? Yani öğrencileri sadece kapıda karşılamak, selamlamak neden bu kadar etkili olmuştu. Araştırmayı yapan kişiler ortaya çıkan bulguları detaylıca yorumlamışlar fakat bana göre durumu net bir şekilde özetleyen şöyle bir ifade kullanmışlar:
“Öğrencilerin duygusal ihtiyaçlarını karşılamak, akademik ihtiyaçlarını karşılamak kadar önemlidir.”
Bazı öğretmenler öğrencilerin duygusal ihtiyaçlarını karşılamayı veya onlarla duygusal bir bağ kurmayı gereksiz bulurlar. Onların görevi sadece öğretmek üzerine kuruludur. Öğrenciyle bu şekilde bir etkileşime girdiklerinde otoritelerinin sarsılacağını, öğretim niteliğinin düşüneceğini öngörürler.
Genelde onları böyle bir öğretmenlik yaklaşımına sürükleyen ise; “Ben dersimi anlatır çıkarım, benim görevim onların iyi hissetmesi, eğlenmesi, öğrenmekten keyif alması değil onlara en iyi şekilde öğretmektir.” şeklinde bir algıdır.
Fakat araştırmadan da anlaşılabileceği gibi, ders içerikleriyle hiçbir alakası olmayan sadece kapıda durup çocuklarla selamlaşmayla; seni görüyorum, önemsiyorum mesajı vermek bile onların %20 oranında akademik süreçlere aktif katılımının artmasını sağlıyor. Bu orandaki bir katkıyı fazladan ödevle, etütlerle veya ben çok iyi “öğretirimle” sağlayamıyorsunuz.
Dolayısıyla böyle bir zihin yapısına sahip öğretmen aslında eğitim bilimsel olarak da yanlış bir algıda. Yani, çocuklarla duygusal bağ kurmaya yatırım yapan, zaman ayıran öğretmenden, savunduğu gibi daha iyi bir öğretim sağlayamıyor.
Bütün bunların sonucunda şunu net olarak söyleyebiliriz:
“Öğretmenlik sadece öğretmeye odaklı bir meslek değil, etkileşim odaklı bir meslektir.”
Bu etkileşimin en temelinde ise duygusal bağ var. Bunu göz ardı eden öğretmenler maalesef öğretmenlik mesleğinde tabiri yerindeyse sınıfta kalıyorlar ve kendilerini değiştirmedikleri sürece de sınıfta kalmaya devam edecekler.