Günümüzde “Çocukların kitap okuma alışkanlıkları” konusunun, arada sırada yükselip alçalan ama bir şekilde vazgeçilmeyen tartışma konularından biri olduğunu söyleyebilirim.  Ve bu tartışmalarla birlikte gelen amansız arayışlar, sorgulamalar:

  • Çocuklara kitap nasıl okutulur?,
  • Okuma alışkanlığı nasıl kazandırılır?,
  • Çocuklar yaş aralıklarına göre günde kaç sayfa oku(t)ma yapmalı?,
  • Model olmak mı en iyisi, yoksa ödüller mi?

Etrafta bu sorulara cevap niteliğinde bir çok söylem, yazı-çizi, yöntem-teknik önerisi bulabilme şansınız yüksek. Eğer yazıdan beklentiniz bu ve buna benzer şeylerse üzülerek söylemem gerekecek ki beklenileni karşılayamayabilirim. Çünkü bu yazıyı yazma nedenim başta en temel sorunsalımız olan; çocukların zihninde kitaplara karşı oluşturduğumuz anlamlar ve bu anlamların çocukla kitap arasında oluşabilecek sıkı fıkı dostluğa olan yan etkileri. 

Bu durumu farklı perspektiflerden değerlendirebilmemiz için ilk olarak sizlerle iki farklı örnek durum paylaşmak istiyorum. 

Bir öğretmen arkadaşımın paylaşımı:

Anne başlıyor anlatmaya: Öğretmenim, bizim komşunun çocuğu x okulunda okuyor ve her gün 30 sayfa kitap okuma ödevi var. Çocuklar bana mısın demeden her gün 30 sayfa kitap okuyorlarmış. Bunun için de öğretmen çok şahane bir yöntem uyguluyormuş. Hatta okul genelinde kitap oku(t)ma konusunda bu uygulama yaptırılıyormuş. Neymiş biliyor musunuz? Eğer çocuk her gün 30 sayfa kitap okursa ertesi gün gittiğinde öğretmen o çocuğun yıldız hanesinde bir yıldız boyuyormuş ve ay sonunda en fazla yıldız toplayan çocuk belirlenip KİTAP KURDU seçiliyormuş. Öğretmenim bizim çocuk akşamları hiç evde kitap okumuyor, siz de bu kitap kurdu yarışmasını yaptırsanız.

Öğretmen veliye bakıyor ve gülümsüyor.

Sizin çocuğunuz iki haftada bir kitap bitiriyor. Peki bunu biliyor musunuz? Veli durumu şaşkınlıkla karşılıyor ve bilmediğini ifade ediyor.

Çocuğunuz sabah ve akşam serviste gidip gelirken, sınıfta yaptığımız okuma saatinde yanında taşıdığı kitabı okuyor. Ve işin ilginç yanını size söyleyeyim. Çocuğunuz kendi yaşına göre çok daha üst düzey ama ilgi alanı olan konulardaki kitapları okuyor. Yani her biri kendi seçimi olan, isteyerek ve keyifle okuduğu kitaplar. Ben kitapların çocuklara zorla ve dış kaynaklı olarak okutulmasının anlamsız olduğunu düşünüyorum. Benim için anlamlı olan sizin çocuğunuzun kitaplara yüklediği anlam.

Veli biraz düşünüyor, hafif mutlu oluyor fakat herhalde komşunun çocuğu aklına gelerek: “Çok güzel öğretmenim işte evde de bir 30 sayfacık daha okusa yararlı olmaz mı ama?” Yorumsuzum…:)

Bu işin aile boyutu… Peki, öğretmenlerin yukarıdaki öğretmenin tam tersi yapıda kitaplara yüklediği bir anlam varsa ne oluyor? Bir de duruma bu tarafıyla bakmak lazım.

Bu olay ise bir okuyucumdan gelen paylaşım:

Öğrenci 2. sınıfa gidiyor, akademik başarısı çok iyi durumda, yapılan sınavlarda zaman zaman birinci de oluyor. Özellikle matematikte her zaman başarılı… Fakat evde sürekli kitap okuma kavgası yaşanıyor. Öğretmen her gün en az 32 sayfalık bir kitap okumalarını istiyor, çocuk okumak istemiyor. Anne bu konuda iyi bir rol model, fırsat bulduğu her zaman kitap okuyor. Bakıyor bu da yetmiyor, ailece kitap okuma saati düzenliyorlar ve çocuk bu saatlerde de okuyormuş gibi yapıyor. Sevdiği kitapları, dergileri alıyorlar ama okumak istemiyor, kitapları saklamaya başlıyor. Kızmak, bağırmak hiç işe yaramıyor, böyle olunca evden yüksek dozda ağlama sesleri yankılanıyor. Güzel geçen bir günün sonunda çocuk annesine yaklaşıyor ve “Anne sana bir sır vereceğim, ben kitap okumayı hiç sevmiyorum.” diyor. Anne düşünüyor ben de ütü yapmayı sevmiyorum ve yaptığım zaman mutsuz oluyorum. Öğretmene anlatıyor durumu, öğretmen ısrarcı “o kitaplar okunacak…” Anne çaresiz, çocuk mutsuz…

İki durumda da ortak nokta çocukların üzerindeki kitap okutma baskısı, zorlaması. Fakat kaynakları farklı…

Peki, bu haliyle acaba istenenin tam tersi bir etki mi oluşturuyoruz?

Öncelikle bu konuda kendi yaşantımdan örnek vermek istiyorum: ben lise son sınıfa kadar gerçek anlamda hiç kitap okumadım diyebilirim. Çünkü kitap okumak hep bir zorunluluk, bir ödev ve bir görev olarak zihnimde kodlanmıştı. Kitap ya sınava çalışmak için ya da özetini çıkarıp sunmak için okunurdu bana göre. 

Daha sonra bir şeyler oldu. Hala ne olduğunu bilemiyorum:) Kitaplar yaşamımın önemli bir parçası olmaya başladı. Hatta bir süreden sonra kitap okumanın benim için bir bağımlılık haline dönüştüğünü bile söyleyebilirim. Dediğim gibi neler olduğunu tam olarak açıklayamasam da, yüksek ihtimalle o dönemde kendi ilgi alanım doğrultusunda yaptığım araştırmalar beni kitaplarla buluşturdu diye tahmin ediyorum.

Gerçekten kitap okumayı, görev dışında insanın isteyerek içinde bulunabileceği bir süreç olarak görmeye başladım. Yani zihnime yüklenen kitap şeması kırılmıştı. (1. örnekteki çocuğumuzun erdiği kafaya ben maalesef biraz daha geç yaşta ulaşmış oldum.) Fakat kritik nokta şuydu: Bu şemayı dışarıdan zorlamayla değil, kendi içsel sürecimle kırabildim. Çünkü bu anlamdaki zorlamalar, baskılar yavaş yavaş hayatımdan çıkmaya başlamıştı…

Şu iki olaydan da anlaşılabileceği gibi ailelerin ve öğretmenlerin çocukların üzerinde kurdukları kitap baskısı ve onu dış kaynaklı bir süreçle ilişkilendirmesi yaratılmak istenenin tam tersi bir etki yapıyor diye düşünüyorum.

Ki bazen kitap okumak bir seçim olmayabilir. İkinci olayda çocuğun ifade ettiği gibi ve annenin aslında kendi zihninde doğru bir noktaya gelerek verdiği karar gibi… Kanımca çocuğu bu konuda zorlamak, kontrollü bir şekilde onu okumaya yöneltmek için yapay ortamlar yaratmak ve öğretmenin bu konudaki diktatör tavrı çocuğun gözünde kitaplara karşı daha fazla bir karanlık perde çökertiyor.

Herkesin yapısal olarak farklı seçimleri, farklı ilgi alanları ve dinamikleri var. Bence öğretmenler ve ailelerin çocuklarda ilk önce bunları destekleyip, parlatması gerekiyor.

Bırakalım çocuklar kitaplar konusundaki içsel süreçlerini kendileri yaratsınlar…

Bırakalım çocuklar kitaplara yükledikleri anlamları kendileri oluştursunlar.

Bırakmaya başladığımız zaman aslında çocuklarla kitaplar arasında nasıl büyük bir duvar olduğumuzu somut bir şekilde anlayacağız. 


Barış Sarısoy / @barissrsy